24 Eylül 2014 Çarşamba

SANAL ALEMİN, SANAL KUYUSUNA BİR BEYHUDE SESLENİŞ: BAŞKA BİR YOL VAR! BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN!

SANAL ALEMİN, SANAL KUYUSUNA BİR BEYHUDE SESLENİŞ:
BAŞKA BİR YOL VAR! BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN!

Bazen akıp giden zaman, deli dolu akıntısının tersine yüzemediğiniz, ister istemez olağan akış hızına, girdaplarına kapılıp gittiğiniz coşkun akan bir nehir gibidir. Her ne olursanız olun anaforlarından ve de bilumum metaforlarından kendinizi alamazsınız.

Teknoloji de böyle bir şey... Sizi koruyan, sarıp sarmalayan belli bir dünya görüşünüz, şöyle söyleyelim; kapitalizmin pisliklerine karşı bağışıklık sisteminizi güçlendiren, temel doku taşlarınızı koruyan, dünyayı ve olayları doğru ele alıp yorumlayan bir siyasal görüşünüz yoksa, iş bu teknoloji denilen illüzyonun sizi hangi sanal sahillerin klavye kumsallarına vuracağı belli olmaz...

Şairin "Ağla Sevgili Yurdum, Ağla" dediği memleketim, ormanı, börtü böceği, genci emeklisi, korunmasız işçisi üreteni ile dipsiz karanlıklarda "Yeni Türkiye" demagojisi ile haramilerin ve cellatların siyasal sisteminin hunhar/hoyrat dehlizlerinde yol alırken an gelir... O an, devrimcilikten başka bir yol olup olmadığına dair zehir zemberek bir sorunun dosta düşmana, adeta hodri meydan sorulduğu andır...

"Sözün bittiği yer" söylemini, her bir şeyin kaynağı ve müsebbibi olan neo-liberal sistemin en pespaye manipülasyonları içinde en traji komik bir tanımlama olduğunu düşünenlerden biri olarak, "Başka bir yol var, başka bir dünya mümkün" önermesini huyum -siz dünya görüşüm olarak okuyun- kurusun önemserim...

Doğrusu nostaljik alemlerin hüzünbaz kuytuluklarına sığınmış yalnız ruhlara bundan daha güzel bir gönderme, terapi içeriğinde bir motivasyon iletisi ve de bundan daha inceden bir final sahnesi olamazdı. Hani, söz uçar yazı kalır demişti ya bir bilge insanımız.... " Geçtiğimiz ay, sanırım El Cezire'deydi..." biçiminde başlayan ve  "...şeklinde tezahür ediyor." diye sona eren, son zamanların en bi popüler yaşantılarının bam teline dokunan yazıya eklenebilecek daha çarpıcı bir anlatım olmadığına, olamadığına göre... Öyledir diyelim. Öyle olsun...

Ol nedenle, kollarını göğsünde kavuşturmuş, derin, düşünceli bir Kaypakkaya profili ve "Hasan Oğuz Bilgen" hesabı üzerinden ister istemez sanal alemde yerini almış "facebook" sayfasını, bilinçli olarak ya da hasbelkader ziyaret eden dostlar, bundan böyle uzun bir süre sadece bu son paylaşımı göreceklerdir.

Hasan Oğuz Bilgen, 21 Eylül 2014, Aliağa

. . .

DEVRİMCİLİKTEN BAŞKA YOL VAR MI ?

Geçtiğimiz ay, sanırım El Cezire’deydi, çocuklarının PKK tarafından dağa kaçırıldığı iddiasıyla eylem yapan ailelerden birinin sözlerini okumuştum. Konuşan kadının kızı tıp fakültesi son sınıf öğrencisiymiş, staj dönemindeyken “ Ben Rojava’ya doktorluk yapmaya gidiyorum” diye bir mektup bırakıp gitmiş...

*  *  * 
BM tarafından yayımlanan 2014 Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre, uyuşturucu türleri, her geçen gün daha çok fazlalaşıyor ve yeni maddeler listeye ekleniyor. Raporda, 2012 yılının ortalarında toplam 250 çeşit olan söz konusu uyuşturucuların, 2013’ün aralık ayına gelindiğinde ise toplamda 345 çeşide ulaştığının altı çiziliyor. Bakırköy’de çocuklar için kurulan ÇEMATEM’in şefi Prof. Dr. Ayten Erdoğan da, “Kanda ve idrarda tespit edilemeyen uyuşturucu üretiyorlar. Örneğin kanda tespit edilen sentetik uyuşturucu bulunduğu zaman hemen başka bir türü piyasaya sürüyorlar. Bonzai bir yıl öncesine kadar polisin listesinde yoktu. Emniyet 2013 yılında bunu listeye koydu. Polisin listesinde olmayan yeni sentetik ürünleri piyasaya sürdüler. Fabrikasyon ve ilaç yapar gibi üretiyorlar” diye doğruluyor raporu.

Bonzai de bunlardan biri ama aslında tek bir tür değil. Sentetik kannabinoid olarak bilinen maddenin 400’den fazla alt türevinden söz ediliyor. Türk polisi rapor yazmayı seviyor ya; dizi dizi raporlar var, nerede ne kadar satılıyormuş, fiyatlar hangi semtte ne kadarmış, vs. vs... Mübarekler sanki tribünde futbol yorumcusu! Ama onların raporları da uydurma; çünkü sadece dosyalar üzerinden hazırlanıyor. Örneğin bir bağımlının polis raporunda yer alan sözleri çok ilginç: “Bonzaiden ölümler bonzai olarak kayda girmiyor. Genç yaşta kalp krizinden bu kadar ölüm olmayacağını insanlar bilmiyorlar mı? Nasıl dikkatlerini çekmiyor anlamak mümkün değil.”

AMATEM yetkilileri de bunu doğruluyor ve çoğu vakanın kendilerine gelmediğini ve kalp-damar servislerinde kaynayıp gittiğini belirtiyor.

Uyuşturucu denilen meretin tam da kapitalist sisteme uygun bir mekanizması var. Kullanıcı sayısının ve dolayısıyla kazanılan paranın artması için, malın fiyatının herkesin ulaşabileceği kadar düşmesi gerekiyor. Tuzu kuru ve canı tatlı sosyeteye dönük maddeler de var tabii ama o pazarın sınırı belli. Asıl büyük alıcı kitlesi yoksul emekçi semtlerindeki umutsuz çocuklardan oluşuyor ve fiyatı son derece düşük ama sonuçları felaketli maddeler orada satılıyor. Çünkü o çocuklar, artık kendi yaşamlarına hiç değer vermeyecek kadar gelecek hülyasından kopmuş haldeler.

Yalnızca Türkiye değil ki, bütün dünya böyle. Pakistan’daki eroin bağımlılarının sayısı milyonlarla ifade ediliyor artık; Afganistan, Myanmar zaten bu işin tarlası olarak çalışıyor. Uyuşturucunun toplam dünya piyasası 500 milyar dolara kadar ulaşıyor ve düşünün ki dünyada sadece uyuşturucu tedavisi için 35 milyar dolarlık bir kaynak harcanıyor. Muazzam miktarda para, her gün bu piyasada el değiştiriyor. Bu para, iktisatta son derece ahmakça bir biçimde “kara para” olarak tanımlanıyor. Oysa “kara” diye bir şey de yok. Küresel düzlemde her kuruş, nereden kazanılmış olursa olsun, bir biçimde ekonominin içine giriyor ve onun canlandırıcı bir parçası oluyor.

Ne olacak peki? Rakamları alt alta dizip sıralamak kolay. Böyle köşe yazısı yazmak da kolay...
Ama ne olacak? Polis mi önleyecek bu felaketi; istemediklerini bal gibi biliyoruz ama önlemeyi hakikaten isteseler ne olur ki?  Bombalamayla IŞİD’i yok edeceğini sananların salaklığından ne farkı var bunun?  Bu çocukların hayatlarının bir anlamı yoksa, bırakın on-yirmi yılı, yarına ilişkin bir tasavvurları ve beklentileri yoksa, kendilerini yaşamın dışında görüyorlarsa kim onları ağır çekim bir ölümden alıkoyabilir?

*  *  *

Üç gün görmesem deli gibi özlüyorum kızımı. Büyük konuşmak da istemem; günün birinde şu tıp fakülteli kız gibi bir mektup bırakırsa arkasında, yaşamını böyle anlamlandırmak isterse, yine de içim yanar herhalde. Ama kızarım da, çok kızarım, bana doğrudan söyleyip alnından öperek uğurlama fırsatı vermediği için...

Farkında değil miyiz artık; sakınan göze düzenin çöpü batıyor ve Rosa’nın “ Ya Barbarlık, Ya Sosyalizm ” deyişi, bu ülkede giderek “ Ya AMATEM, Ya Devrimcilik.” şeklinde tezahür ediyor.

M. Ender Öndeş
Güncelleme: 16.09.2014
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?module=nuce&action=haber_detay&haberID=118708&haberBaslik=Devrimcilikten%20ba%C5%9Fka%20yol%20var%20m%C4%B1?&categoryName=&authorName=%20&categoryID=&authorID=

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder