16 Ocak 2016 Cumartesi

ANAMALCI VAMPİRLERİN ATEŞLE DANSI

ANAMALCI VAMPİRLERİN ATEŞLE DANSI

1938 Dersim katliamı gibi, tarihin farklı dilimlerinde egemen devlet cihazından toplu imha ve soykırım düzeyinde sert refleksler gören Kürt halkı  -dolayısı ile ulusal sorun- kabak gibi ortalık yerde durmasına karşın, Oligarşik diktanın her türlü inkar ve asimilasyoncu, yanıltıcı ve çarpıtıcı  politikaları eşliğinde  -kimi kez de, ne idiğü belirsiz “kart kurt” açıklamalarıyla-  bu günlere gelindi.  Zaman zaman sekteye uğrasa da, halkların uzun yıllar dostça/kardeşçe yaşadığı bu topraklarda, Cumhuriyetin ilanından bu yana Kürt sorununa, her koşulda, her zaman bir güvenlik konusu olarak bakıldığından, doğal olarak,  sorun her siyasal iktidarca bir “terör sorunu” olarak ele alınıp değerlendirilmiştir. 

Bir olayı, sorunu ele alış tarzınız nasılsa,  mevcut çelişkiyi çözme doğrultusundaki hareket biçimleriniz, uygulamalarınız, kullandığınız yöntemler de buna göre biçim/ivme/fonksiyon kazanır.

1990’lı yılların başlarında, Doğu ve Güneydoğu’da on yıllardır sürdürülen bu haksız, kirli savaşın en kanlı, en vahşi, en acımasız yöntemleri, hizbul-kontra katillerince, devletin Çiller-Ağar ırkçı/faşist desteği de alınarak uygulandı… Kürt Halkının duygu, düşünce, özlem ve beklentilerinin gözü, kulağı, sesi, aklı, belleği olan, hatırı sayılır sayıda sanatçı, gazeteci, yazar/çizer, akademisyen, politikacı ya da doğal önder konumundaki ileri gelen, sevilen insanları ya gözaltında iken ya da gayrı meşru koşullarda yargısız infazlarla yok edildi.

Böylece, cümle alemin gözü önünde bir halk susturulmaya, sindirilmeye çalışıldı.
Çok uzağa gitmeden, yakın tarihe bakılacak olunduğunda: Şu talihsiz, kadim ülkenin mor sümbüllü, kardelenli dağlarında Türk ve Kürt halkından, 1984 yılından bu yana abartısız binlerce, on binlerce genç, yaşlı insan, kadın, çocuk yok yere öldü.  Ne için?  Kimin adına? Daha doğrusu kimin çıkarına, diye sorsak çok daha isabetli olur. Devletin resmi tarihinde ve literatüründe bu yakıcı soruların yanıtı  “ Düşük yoğunluklu savaş ”, “ Terörün kökünün kazınması adına” yakıştırmaları ile kaypak, esnek ve kaçamak ifadeler olarak karşılığını bulmuştur.

“Terörün kökünün kazınması adına ” sağır sultanın isyan ettiği bu gün, sorunun böyle bir nefret dilinin çarpıtmaları ile geçiştirilemeyeceğini, tam tersine temelinde ekonomik, siyasal nedenler, kültürel, sosyolojik gerçekler olduğunu söylemek için, öyle ekonomi uzmanı ya da toplum bilimcisi filan olmak gerekmediğini kabul etmekte yarar var.  Geleneksel ret ve inkar politikalarının imha ve asimilasyona yönelik uygulamaları, güzelim ülkenin bu günü, yarını insanların akıl ve beden sağlığı, eğitimi, refahı için, demokrasi için, en temel hak ve özgürlükleri için bir “tıkaç” olma esprisinden başka bir anlam taşımamıştır.

Bu gün itibari ile, ülke siyaset sahnesinin temel çelişkisi olarak baş köşeye gelip oturan, bu sorunla ilgili olarak yazılıp çizilecek çok şey olmasına karşın ( Zaten bu yazıyı okuyanlarca bilinen detaylardır)  sadece tek bir saptamayı,  konunun uzmanlarınca  zamanında yapılan “Güneydoğu’ya akıtılan askeri harcamalar toplamının  IMF’ye olan borçların faizlerini de, ana parasını da kapatacak meblağda olduğu...” saptamasını yinelemekte ve anımsatmakta yarar var. 

Özellikle 1990’lardan bu güne, emperyalist güçlerin yerli işbirlikçiliğini gerektiğince, hatta fazlası ile yerine getiren siyasal iktidarların değişmeyen borazanı yazılı ve görsel basın da, aynı ezilen ulus sorununu “güvenlik sorunu”, “terörle Mücadele”, "arama tarama amaçlı emniyet operasyonları” ve benzeri manşetlerle geçiştirmeye çalışmışlardır.  Ne ki, gerçeğinde de, masalında da mızrağın çuvala sığdığı görülmemiştir. 

“Alçak yoğunluklu savaş” sarpa sardıkça, asker cenazeleri, ölümler arttıkça, utanmadan aynı kan ve ölümler üzerinden kirli politikalarını sürdürerek, “kökünü kazımak için son darbe” ve  “Yeter! Hedef Kandil ” gibi kamuoyunu yanıltmaya, halkı, siyaset arenasını yedeklemeye yönelik laf ebelikleri ile devlet şiddetini, vahşeti tırmandırmayı yeğlemişlerdir.

Ancak gelinen nokta şu ki:  Son olarak "Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu" adayı Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi gibi aynı çözümsüzlüğü, aynı yadsımayı ve yok saymayı hedefleyen politikalar sayesinde, ülkenin ekonomisinin belirleyici parametreleri olan kısa vadeli yatırımların ve sıcak para dolaşımının mali yapıyı terk etmesi eğilimi gündem oluşturmaktadır. Bunun ekonomideki pratik karşılığı, alıştıkları sistemde göreceli bir tıkanma ve kilitlenmedir. Artık patronlar kulübü TÜSİAD’ın bile kralın çıplaklığından rahatsızlığını dillendirip uyardığı, tam bir açmazın ortalık yerindeyiz.

Kabaca kitabın orta yerinden söylenmiş olsa da, birilerinin deyişle “Bu ülke cennet olursa birlikte yaşar gideriz, cehenneme çevirirsek birlikte yanarız.” nirengi noktasıdır anlatılmak istenen…
Emperyalist-kapitalist sistemin aynı inkarcı, yanıltıcı ve çarpıtıcı yöntemleri yakın geçmişin Libya ülkesinde “sınırlı askeri operasyon” adı altında sürdürülmekteydi. Yani bizde “Alçak Yoğunluklu Savaş”,  Libya’da “Sınırlı Askeri Operasyon”!..  Bu ilginç buluşmaya, kesişmeye emperyalistlerin ateşle, kanla, gözyaşıyla dansı;  yakıcı, yıkıcı savaş politikalarının birbiri ile örtüşmesi mi diyelim?  Ya da, Oval ofis sakini Bill Clinton’un, bizdeki yargısız infazlar, faili meçhuller günlerinin karanlık vampirellası Tansu ile buluşması mı?
.   .   .

Yazılı/görsel basının sayfalarını karıştırdığımızda vampirler dansının sürmekte olduğunu, bir başka örtüşme, benzeşme, çarpıtma gerçeğini Obama’dan AKP’ye uzanan ince bir suç ve ihlaller çizgisinde nüksettiğini görüyoruz:  Bilindiği üzere, Bush yönetiminin ekonomiden dış politikaya yaptığı hata ve gaflarını  “telafi etmek” için, emperyalist aklın önermeleri ile gelen Obama da, önceki Gringo yönetiminden farklı bir şey yapmadı.  

Kısaca Kaliforniya’dan Afganistan’a aynı güfteyi farklı beste ile söyledi… Dediğim dedik çaldığım düdük, dedi.

Guantanamo'da yoğun ve sistematik işkenceye tabi tutulan tutsaklara suda boğulma anını yaşatan, yani boğulma hissi veren ve İngilizce’de “WATERBOARDİNG”olarak ifade edilen işkence yönteminin uygulanmasının duyulması üzerine,  Gringo utanıp sıkılmadan bunun “bir işkence tekniği değil” de, “ İleri Sorgulama Yöntemi” olduğunu savunmuştur.
Gringo’nun üst aklının diyarı Guantanamo cehenneminde, tutsaklara boğulma hissi yaşatan gelişmiş yöntemler bileşkesi waterboarding…   Biz de ise, aynı boğulma anının sıkıntısını ve ölümü duyumsatan, basınçlı su ve biber gazı ile, her türlü tehdit, gözdağı ve hukuksuzlukla, işçinin, işsizin memurun, çiftçinin, emeklinin, öğrencinin, sanatçının soluğunu, iflahını kesen “İLERİ DEMOKRASİ”!..

Şimdi :

Vampirler taze kana bayılır; hedef insanını seçer, ona kilitlenir ve de mutlaka ama mutlaka, gecenin bir vakti, alacakaranlığın tekinsiz bir kuytuluğunda “muradına” erişir.

Dünyanın hangi petrole ve dolara tapınan anamalcı ülkesine bakarsanız bakın, bu korkunç, kanlı filmin senaryosu değişmez.  90’lı yıllardaki iki ibretlik, yüz kızartıcı örtüşmede,  buluşmada olduğu gibi, şimdilerdeki her iki “ İleri Yöntem ” arasında da aynı tür ve içerikte bir acı, eziyet ve de çile çektirme, bir örtüşme,  ancak öncekinden farklı da bir fantezi içeren bir ateşli buluşma var.  Bu anamalcı vampir çift de, tıpkı öncekiler gibi aynı “İLERİ” gelişmiş tekniğin, yöntem ve uygulamaların tehlikeli, yakıcı ateşi ile oynuyor, dans ediyor, fütursuzca sırıtıyor, cilveleşiyor.


                                                                       Hasan Oğuz Bilgen, 25.06.2011, Karşıyaka.
                                                                       Güncelleme 16.01.2016 Fen İşleri Şantiyesi
                                                                                                            
                                                                                hasanoguzbilgen@yahoo.com.tr                                                    


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder