ANAMALCI VAMPİRLERİN ATEŞLE DANSI
1938 Dersim katliamı gibi, tarihin farklı
dilimlerinde egemen devlet cihazından toplu imha ve soykırım düzeyinde sert
refleksler gören Kürt halkı -dolayısı
ile ulusal sorun- kabak gibi ortalık yerde durmasına karşın, Oligarşik diktanın
her türlü inkar ve asimilasyoncu, yanıltıcı ve çarpıtıcı politikaları
eşliğinde -kimi kez de, ne idiğü
belirsiz “kart kurt” açıklamalarıyla- bu
günlere gelindi. Zaman zaman sekteye
uğrasa da, halkların uzun yıllar dostça/kardeşçe yaşadığı bu topraklarda,
Cumhuriyetin ilanından bu yana Kürt sorununa, her koşulda, her zaman bir
güvenlik konusu olarak bakıldığından, doğal olarak, sorun her siyasal iktidarca bir “terör sorunu”
olarak ele alınıp değerlendirilmiştir.
Bir olayı, sorunu ele alış tarzınız nasılsa, mevcut çelişkiyi çözme doğrultusundaki hareket
biçimleriniz, uygulamalarınız, kullandığınız yöntemler de buna göre
biçim/ivme/fonksiyon kazanır.
1990’lı yılların başlarında, Doğu ve Güneydoğu’da on
yıllardır sürdürülen bu haksız, kirli savaşın en kanlı, en vahşi, en acımasız
yöntemleri, hizbul-kontra katillerince, devletin Çiller-Ağar ırkçı/faşist
desteği de alınarak uygulandı… Kürt Halkının duygu, düşünce, özlem ve
beklentilerinin gözü, kulağı, sesi, aklı, belleği olan, hatırı sayılır sayıda
sanatçı, gazeteci, yazar/çizer, akademisyen, politikacı ya da doğal önder
konumundaki ileri gelen, sevilen insanları ya gözaltında iken ya da gayrı
meşru koşullarda yargısız infazlarla yok edildi.
Böylece, cümle alemin gözü önünde bir halk
susturulmaya, sindirilmeye çalışıldı.
Çok uzağa gitmeden, yakın tarihe bakılacak
olunduğunda: Şu talihsiz, kadim ülkenin mor sümbüllü, kardelenli dağlarında
Türk ve Kürt halkından, 1984 yılından bu yana abartısız binlerce, on
binlerce genç, yaşlı insan, kadın, çocuk yok yere öldü. Ne için? Kimin adına? Daha doğrusu kimin çıkarına, diye
sorsak çok daha isabetli olur. Devletin resmi tarihinde ve literatüründe bu
yakıcı soruların yanıtı “ Düşük
yoğunluklu savaş ”, “ Terörün kökünün kazınması adına” yakıştırmaları ile
kaypak, esnek ve kaçamak ifadeler olarak karşılığını bulmuştur.
“Terörün kökünün kazınması adına ” sağır
sultanın isyan ettiği bu gün, sorunun böyle bir nefret dilinin çarpıtmaları ile
geçiştirilemeyeceğini, tam tersine temelinde ekonomik, siyasal nedenler,
kültürel, sosyolojik gerçekler olduğunu söylemek için, öyle ekonomi uzmanı ya
da toplum bilimcisi filan olmak gerekmediğini kabul etmekte yarar var. Geleneksel ret ve inkar politikalarının imha
ve asimilasyona yönelik uygulamaları, güzelim ülkenin bu günü, yarını insanların
akıl ve beden sağlığı, eğitimi, refahı için, demokrasi için, en temel hak ve
özgürlükleri için bir “tıkaç” olma esprisinden başka bir anlam taşımamıştır.
Bu gün itibari ile, ülke siyaset sahnesinin temel
çelişkisi olarak baş köşeye gelip oturan, bu sorunla ilgili olarak yazılıp
çizilecek çok şey olmasına karşın ( Zaten bu yazıyı okuyanlarca bilinen
detaylardır) sadece tek bir saptamayı, konunun uzmanlarınca
zamanında yapılan “Güneydoğu’ya akıtılan askeri harcamalar toplamının
IMF’ye olan borçların faizlerini de, ana parasını da kapatacak meblağda
olduğu...” saptamasını yinelemekte ve anımsatmakta yarar var.
Özellikle 1990’lardan bu güne, emperyalist güçlerin
yerli işbirlikçiliğini gerektiğince, hatta fazlası ile yerine getiren siyasal
iktidarların değişmeyen borazanı yazılı ve görsel basın da, aynı ezilen ulus
sorununu “güvenlik sorunu”, “terörle Mücadele”, "arama tarama amaçlı
emniyet operasyonları” ve benzeri manşetlerle geçiştirmeye çalışmışlardır.
Ne ki, gerçeğinde de, masalında da
mızrağın çuvala sığdığı görülmemiştir.
“Alçak yoğunluklu savaş” sarpa sardıkça, asker cenazeleri,
ölümler arttıkça, utanmadan aynı kan ve ölümler üzerinden kirli politikalarını
sürdürerek, “kökünü kazımak için son darbe” ve “Yeter! Hedef Kandil ” gibi
kamuoyunu yanıltmaya, halkı, siyaset arenasını yedeklemeye yönelik laf ebelikleri
ile devlet şiddetini, vahşeti tırmandırmayı yeğlemişlerdir.
Ancak gelinen nokta şu ki: Son olarak "Emek, Demokrasi ve Özgürlük
Bloğu" adayı Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi gibi aynı çözümsüzlüğü,
aynı yadsımayı ve yok saymayı hedefleyen politikalar sayesinde, ülkenin
ekonomisinin belirleyici parametreleri olan kısa vadeli yatırımların ve sıcak
para dolaşımının mali yapıyı terk etmesi eğilimi gündem oluşturmaktadır. Bunun
ekonomideki pratik karşılığı, alıştıkları sistemde göreceli bir tıkanma ve kilitlenmedir.
Artık patronlar kulübü TÜSİAD’ın bile kralın çıplaklığından rahatsızlığını
dillendirip uyardığı, tam bir açmazın ortalık yerindeyiz.
Kabaca kitabın orta yerinden söylenmiş olsa da,
birilerinin deyişle “Bu ülke cennet olursa birlikte yaşar gideriz, cehenneme
çevirirsek birlikte yanarız.” nirengi noktasıdır anlatılmak istenen…
Emperyalist-kapitalist sistemin aynı inkarcı,
yanıltıcı ve çarpıtıcı yöntemleri yakın geçmişin Libya ülkesinde “sınırlı
askeri operasyon” adı altında sürdürülmekteydi. Yani bizde “Alçak Yoğunluklu Savaş”,
Libya’da “Sınırlı Askeri Operasyon”!..
Bu ilginç buluşmaya, kesişmeye emperyalistlerin ateşle, kanla, gözyaşıyla
dansı; yakıcı, yıkıcı savaş politikalarının birbiri ile örtüşmesi mi
diyelim? Ya da, Oval ofis sakini Bill Clinton’un, bizdeki yargısız
infazlar, faili meçhuller günlerinin karanlık vampirellası Tansu ile
buluşması mı?
. . .
Yazılı/görsel basının sayfalarını karıştırdığımızda
vampirler dansının sürmekte olduğunu, bir başka örtüşme, benzeşme, çarpıtma
gerçeğini Obama’dan AKP’ye uzanan ince bir suç ve ihlaller çizgisinde
nüksettiğini görüyoruz: Bilindiği üzere,
Bush yönetiminin ekonomiden dış politikaya yaptığı hata ve gaflarını
“telafi etmek” için, emperyalist aklın önermeleri ile gelen Obama da, önceki
Gringo yönetiminden farklı bir şey yapmadı.
Kısaca Kaliforniya’dan Afganistan’a aynı güfteyi
farklı beste ile söyledi… Dediğim dedik çaldığım düdük, dedi.
Guantanamo'da yoğun ve sistematik işkenceye tabi
tutulan tutsaklara suda boğulma anını yaşatan, yani boğulma hissi veren ve
İngilizce’de “WATERBOARDİNG”olarak ifade edilen işkence yönteminin uygulanmasının
duyulması üzerine, Gringo utanıp
sıkılmadan bunun “bir işkence tekniği değil” de, “ İleri Sorgulama Yöntemi”
olduğunu savunmuştur.
Gringo’nun üst aklının diyarı Guantanamo
cehenneminde, tutsaklara boğulma hissi yaşatan gelişmiş yöntemler bileşkesi
waterboarding… Biz de ise, aynı boğulma
anının sıkıntısını ve ölümü duyumsatan, basınçlı su ve biber gazı ile, her
türlü tehdit, gözdağı ve hukuksuzlukla, işçinin, işsizin memurun, çiftçinin,
emeklinin, öğrencinin, sanatçının soluğunu, iflahını kesen “İLERİ DEMOKRASİ”!..
Şimdi :
Vampirler taze kana bayılır; hedef insanını seçer,
ona kilitlenir ve de mutlaka ama mutlaka, gecenin bir vakti, alacakaranlığın
tekinsiz bir kuytuluğunda “muradına” erişir.
Dünyanın hangi petrole ve dolara tapınan anamalcı
ülkesine bakarsanız bakın, bu korkunç, kanlı filmin senaryosu değişmez. 90’lı yıllardaki iki ibretlik, yüz kızartıcı
örtüşmede, buluşmada olduğu gibi,
şimdilerdeki her iki “ İleri Yöntem ” arasında da aynı tür ve içerikte bir acı,
eziyet ve de çile çektirme, bir örtüşme, ancak öncekinden farklı da bir fantezi içeren
bir ateşli buluşma var. Bu anamalcı
vampir çift de, tıpkı öncekiler gibi aynı “İLERİ” gelişmiş tekniğin,
yöntem ve uygulamaların tehlikeli, yakıcı ateşi ile oynuyor, dans ediyor,
fütursuzca sırıtıyor, cilveleşiyor.
Hasan Oğuz Bilgen, 25.06.2011, Karşıyaka.
Güncelleme 16.01.2016
Fen İşleri Şantiyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder