Hala
düşünebilen ve unutmayanlarımız için zordur, Madımak yangınını anlatmak, yazmak,
anmak... İnsanımızı, kültürümüzü açıkçası kendi geleceğini ateşe veren, aklı
tutulmuş o yobaz güruhunu gören insanın nutku tutulur.
1993
yılının 2 Temmuz'unda, Sivas'ta "Cumhuriyet burada kuruldu, burada
yıkılacak" diye uluyan zihniyet, yıllardır "Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemi" adında bir ceberrut sistemle iktidarda.
Bu karanlık dileği, salt Sivas’ta değil, tüm ülke coğrafyası üzerinde yaşayan halklar üzerinde uyguluyor. Dili, dini, cinsi, etnik kimliği her ne olursa olsun, her T.C vatandaşının -yararlanmada- eşit hak sahibi olduğu ülke bütçesinin % 42’sini diyanete ayırıyor.
Bir ülkenin uygarlığının ve
aydınlanmasının üç önemli aydınlatma fişeği olan doktoru, mühendisi ve öğretmeni
değersizleştiriyor. Neredeyse, adeta düşmanlaştırıyor. Laik bir ülkede görev
yeri cami olan imamı, her yere her insanın karşısına dikiyor. Okula, hastaneye,
kışlaya, işyerlerine, resmi protokole, akla gelebilecek yaşamın her alanına.
İtiraz eden, onaylamayan dine karşı gelmiş oluyor. Örnekleri uzatmak, bilineni de yinelemek anlamına geliyor.
* * *
Piyasacı
kuralsız yönetimin ekonomideki “M.Şimşek” uygulamalarının etkisi ile daha da
zor geçecek, mutfakta, sokakta ve alanlarda daha ateşli yaşanacak gibi, bu temmuz ayı.
Utanmazca “2025’in sonuna kadar asgari ücrete zam yapılmayacağını” konuşurlarken, aynı yüzsüzlük elektriğe yaptıkları % 38’lik zamla tırmanarak sürüyor. Sevgili ülkemizi yakıp kavuran son yangın haberi de tek adam rejiminden geldi: Doğalgaza % 25 ZAM ! Beyhude amaçlarının, emekli memur maaşlarına yapılacak zammı belirleyecek altı aylık enflasyon hesaplamasının dışında tutmak olduğunu anlamak/ bilmek için ekonomist olmaya gerek yok. Akıl hocaları soytarı Trump'ın klavuzluğunda, mutfakta/ ormanda yangın yeri ülkemizde hiçbir karşılığı olmayan "Terörsüz Türkiye" mavalının, aslında bir "Cambaza bak" olduğunu söylemek için de siyaset bilimci olmaya. . .
Kabul
edilebilirliği olmadığı gibi hiçbir doğruluğu ve inandırıcılığı da olamayan
-mazeret bile denemeyecek- aşağıdaki boş sözler, elbette neo liberal
politikaları savunan dalkavukların:
“Sıkıntıları
biliyoruz, fiyatların durumunu biliyoruz. Ama pahalılığın, enflasyonun bir de ekonomik yönü
var.” (Ne demekse !?)
“Hep
sosyal yanına bakmayalım. Aynı gemide olmak fedakarlık ister, bütçede para olsa da
versek.” (Bu ara, bütçenin % 42’sinin diyanete ayrıldığını anımsatalım
!?)
“Tek amacımız halkımızı enflasyona ezdirmemek. Emeklimize aşırı zam yapar, asgari ücreti arttırırsak; enflasyon yine azar, olan yine bu ülkenin insanına olur.” (Bu pişkin yalancılarla karşılaştırıldığında, “Benzin vaa da, biz mi içtik” diyen, çoban Sülü daha açık sözlüymüş!)
Paket yapmakta ve halkımızı paketlemekte pek de becerikliler. Durum böyle olunca, dağ fare doğurur mu?
· Yeni paketlerinde, adaletsiz oranda vergilendirdikleri
ücretlilere, lütuf gibi verdikleri asgari ücretin “vergi dışı tutulmasından” söz
edilmiyorsa,
· Adrese teslim ballı ihalelerle, “kamu-özel ortaklığı”,
“yap-devret” arsızlıkları ile semizlenen haydutlardan alınması gereken, “servet
vergisi” nin adı geçmiyorsa,
Doğurur…
Malumun
tekrarı o ki; kendimizi bildiğimiz bileli “Ülke dar
boğazdan geçiyor.”
Mahir
ve yoldaşlarının neden öldürüldüğü, onların sözleri/ yazıları bir kez daha
merak edilip dikkatle okunduğunda, yalancıların mumlarının neden yatsıya kadar değil de 23 yıldır yandığını
anlayabilir. Kesintisiz Devrim II-III yazısında, mealen şöyle yazar Mahir
Çayan:
“II. Paylaşım Savaşı’ndan sonra, yeni sömürgeci egemenler arasındaki ilişki ve çelişkiler değişikliğe uğramıştır. Bu nedenle emperyalist/ kapitalist sistem sürekli ve genel bir bunalım içine girmiştir. Devlet erki sayesinde, baskı araçları ve pasifikasyon yöntemleri kullanılarak egemen güçlerle halk kitleleri arasında suni bir denge kurulmuştur. Bu dengeyi bozmak, halk kitlelerini harekete geçirmek bunun için zordur. Suni denge, ancak... .... "
(Hayalet ayrıntıda, bu 'ancak' sözünün sonrasında gizlidir. Bu hayalet oldu olası fincancı katırlarını ürkütmüş, onu savunup sahiplenmenin karşılığı ve bedeli, her zaman, her koşulda mevcut TCK' nın 146/1 maddesi olmuştur.)
Bu
günün koşullarına uygulandığında, “Eziyet neden 23 yıldır sürüyor?” sorusuna
önemli ve açıklayıcı ipuçları veren Mahir'in araştırma yazısının ilerleyen sayfalarında da
yapılan analizin ekonomik/ politik gerekçeleri nedenleri ile birlikte
açıklanır.
* * *
Yakın
geçmişimizde de zor ve sıcaktı temmuz ayı. Yaşattıkça belleğimizi besleyen
anılarımızı, yine bizleri her yıl dönümünde, her fotoğraf karesi üzerinden
uyaracaklar. Tabi ki, uykularımızda pek rahat ve de huzurlu olamayacağız. Sanal
takvimler her yıl hep “iki temmuz” yazacak. Biz bunu ‘Madımak’ olarak, otuz
üç canımızı yitirdiğimiz gün, kapanmayan yaramız olarak okuyacağız. Ve bu yara
bundan böyle de, bizleri güçten düşürmeyen, tam tersine günbegün güçlendiren
gizli kanamasını sürdürecek.
* * *
Başka
bir “iki temmuz”la güçlenmeye devamla: Bir imece gönüllüsü Nurettin Karabaş.
Sözlü tarihte olsun yazılı tarihte olsun, genellikle barikatlarda çarpışarak düşenlerin adları, anlatıları geçer. Cephe gerisinin bir o kadar riskli ve karmaşık labirentlerinde görev alıp ter döken kahramanları nedense çokça anlatılmaz.
Nurettin ağabey, geri hizmetin isimsiz neferiydi; kırka bölünüp cezaevi dışında kalmış ailelere koşan bir atomkarınca...
Sonrası mı?
Yatan yattı, çıkan çıktı. Kimileri dümeni doğrudan şarampole, kimilerimiz hüzünlü, kederli yalnızlıklara kırdı. Kulaklarına “Yürü ya kulum.” denilerek, yol alanlar da olmadı değil. Nurettin abi, vefasızlığa/ değer bilmezliğe inatla kendisini kahredenlerdendi.
Son yıllarında ona yaşatılanlar, yaşadıkları kahırlı bir öykünün özetidir. “Ama... O da çok içiyordu.” denildi de, "Çöküşünde bitişinde karınca kararınca bizim de katkımız oldu.” denilemedi.
*
* *
Nurettin abi, siyasi kimliğine, kişiliğine ve konuşma diline uygun olarak, faşizmin haydutluğuna, salyalı yobazın yaktığı ateşe küfredercesine 2 Temmuz 2006 günü, ona pek hayrı dokunmayan ellerimizi bıraktı gitti.
Açık Mektup Kolektifi. 02,Temmuz,1993. Sivas Diyarı.