BİLİNENİN TEKRARI “KURTULUŞA KADAR SAVAŞ “ ANLAMINA GELİYORSA…
Raportör Kati Pira, Federica, Schulz gibi, Avrupa
Birliği Kapitalizminin parlamenter muktedirlerinden “Türkiye’den kötü kokular
geliyor… Hukuksuzluğun son perdesi: HDP’li vekiller günah keçisi oldu…”
mealinde, kazan çömlek patladı dedirten zehir zemberek açıklamalar yapıldıkça,
sütliman lanse edilmeye çabalanan
piyasaların ve dahi egemenlerin tadı kaçıyor. “Kredi Notu” düşüyor (ne işe yarıyorsa?), yüzler ekşiyor.
Bilumum bilmem ne kıymetler borsalarının, yani piyasaların
ve yüz seyirmelerinin kaynaklarına inmek için, pedagog, iletişim uzmanı filan
olmak gerekmiyor. İşte tam da burada İslamcı faşizmin dış dünyaya yöneltilmiş
vitrinine, uluslar arası tekelci kapitalizme
dönmüş yüzüne bakmak yetiyor. Senaryosu
muhtemelen emperyalist güçlerce yazılmış filmin setinde İslamcı faşizmin
führerini, öyle hemen çıplak gözle ayırtına varılamayan belli belirsiz bir
telaştır alıveriyor.
Durum böyle olunca,
Batılı terecilere tere satamayan tekçi/tek adam frekansını Suudilere, örneğin Katar
gibi Arap Emirliklerine ayarlıyor.
Ne diyor, Katar merkezli El-Cezire televizyonuna
nafile demeçler veren diplomasız adam:
“ Demokrasinin tanımını, laikliğin tanımını yeniden yaptık…” Yetmiyor, ders vermeyi sürdürüyor: “
Okudukça, yaşadıkça, tecrübe ettikçe değişimi bizatihi görüyorsunuz. Bu değişim
esnasında yerinizde sayarsanız, kaybeden siz olursunuz. Ol nedenle kendimizi
geliştirmemiz gerek. Biz bunu başardık…” Neyle
başarmış? “Peygamberin yol haritası sayesinde…” Öyle diyor.
Her ne kadar şantiyede Demirci Arif Usta’yı çok
sinirlendiren “Malumun Tekrarı” biçiminde olacak olsa da, şimdi hep birlikte bu “başarıya” ve de onun
arkasındaki “değişim”de ulaşılan “takdire şayan” son noktaya bir göz atalım:
·
AKP’nin 14 yılında uyguladığı
gerici/kapitalist cinsiyetçi politikalar en çok kadınlarla emekçilere
vurdu. Hasbelkader iş bulanlar hoyratça,
fütursuzca çalıştırılıp sömürülürken, büyük çoğunluğu eve/mutfağa tıkılmaya
çalışıldı. Aynı iktidar boyunca kışkırtan, koruyan yasa ve uygulamalarla, nefret/kin söylemleriyle altı bine (6000)
yakın kadın göz göre göre vahşi cinayetlere kurban gitti.
· AKP-Saray iktidarının özeti emekçiler
açısından tam bir cehennemdi. Taşeron sistemi adeta yasal bir hal aldı, iş
güvencesinin sadece adı kaldı. Uluslar
arası çalışma standartlarında en doğal hak olan grev hakkı defalarca gasp
edildi. Meşhur Orta Vadeli Program sayesinde kiralık işçilik üzerinden köleci
toplum tesis edildi.
· İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği)
Meclisi’nce hazırlanan son Çalışma Yaşamı Raporu’na göre, ekim 2016 yılında
resmi kayıtlara geçen yüz altmış beş (165),
yine içinde bulunduğumuz yılın ilk on (10) ayında bin altı yüz (1600) işçi, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. İSİG Meclisi’nin yanında SGK resmi verileri de
dikkate alınarak hazırlanan aynı rapora göre, AKP-Saray iktidarı boyunca toprağa verdiğimiz işçi yoldaşlarımızın
sayısı on sekiz bin altmış yedi (18067).
·
Bu sayı ve kıyım onlara elbette
yetmiyor: AKP-Saray iktidarı inşaat
alanında, tarımda, madencilikte, taşımacılıkta, ulaşımda, düşme, ezilme, göçük
altında işini bitiremediği sınıf kardeşlerimizin geleceğini, geçtiğimiz hafta
yayınlanan hükümetin 2017 yılı programıyla karartmaya çalışıyor. Söz konusu program bilineceği üzere, işçinin
bir yıl çalışıp hak ettiği tazminat hakkının “fon” ya da “bireysel emeklilik” adı
altında gaspını “hayata geçirilmesi gereken tedbirler” olarak görüyor.
· Sağlık alanıysa tam bir facia… Tek
cümleyle, hastanın hastaneye girişinden çıkışına, ilaca erişiminden tedavinin
sürdürülmesine ticarileştirilen, ihaleye ranta açılan insan ve insan sağlığının
durumu içler acısı. Bu acıyı hafifletmek
amacıyla(!) olsa gerek, sağlık kurumlarında görevlendirilen maaşlı imamlar hastalara
dini telkinlerde bulunuyor.
·
Eğitim yaz/boz tahtasına döndürülmüş
durumda… Gençlerin girebildikleri, okuyabildikleri, devam edebildikleri bir
okulları olmadığı gibi, yaşamlarını sürdürebilecekleri işleri de yok. Hal böyle
olunca elbette umutları da yok. Bu durumda olan gençlerimizin oranı %30… Bu
oran acıdır ki, sayısal anlamda yaklaşık 5 milyon 340 bine tekabül ediyor.
·
Çalışma alanında sadece tek bir
konfederasyonun (KESK’in) bildirdiğine göre, OHAL kapsamında yayımlanan Kanun
Hükmünde Kararnamelerle 11 binin üzerinde KESK üyesi açığa alınırken, bin dört yüz
(1400) çalışan da kamudan ihraç ediliyor.
·
Basın ve yayın alanında ifade
özgürlüğü, dolayısıyla halkın özgür ve bağımsız haber alma özgürlüğü katledildi.
Gazeteler basıldı; çalışanları derdest edildi. Onlarca gazete,
dergi ve televizyon kapatıldı. Abartısız binlerce gazeteci işsiz kaldı,
yüzlercesi tutuklandı, bırakıldı; an
itibari ile yüz otuz (130) gazeteci tutuklu.
·
İnsanlığın ve hayvanların doğal yaşam
alanları talan edildi, ediliyor. Dereler,
tepeler, sular, ormanlar rantçı yamyamlara peşkeş çekildi.
·
Bu süre zarfında yoksulluk, işsizlik,
göçler ve savaşlar doğalmış ve olağanmış gibi gösterildi. Toplu katliamlar
kanıksatılmaya çalışıldı; “şehadet”
edebiyatı ile ölüm kutsandı.
Devrimciler, bu ülkede yıllarca
faşizmin ve savaş kışkırtıcılığının nasıl bir kaotik bir zeminde ve hangi
apolitik/lümpen yığınlar üzerinden güç ve yaşam bulduğunu, faşistlerin,
paramiliter güruhların ve örgütlü katillerin hangi kitle ruhuna dayandığını,
yine ne tür bir kitle üzerinden can devşirdiğini, kan tazelediğini anlatıp
durdular.
Yine devrimciler, faşizmin “geçit”
verilecek ya da verilmeyecek, gelip giden bir dışsal, yapay, yasalarla, KHK’larla
sınırlı, “kimi kez” konjonktürel bir olgu olmadığını, aksine kurumsallığı,
sürekliliği, en fazla mevcut devlet klikleri arasında paylaşılamadığı konusunun
altını çizdi durdu. Kabaca, kimi dönemlerde postal giyip apolet takmasını, bazı
koşullarda da sakal bırakıp cübbeye bürünmesini, bu yüzden kavgada şamar
aranmaması gerektiğini bıkıp usanmadan yazıp çizdi.
Şimdilerde bizlere düşense,
faşizmin kurumsallığı ve sürekliliği esprisinden hareketle, klişe ve alışılmış
bir “direnme” hakkının ötesinde, elbette süreklilik arz eden, “mağduriyet”
geleneğinden sıyrılmış, dayanışmacı, olabildiğince geniş, kurumsal ve örgütlü
bir mücadeleye sarılmaktır. Aydınlanmaya
ve de kurtuluşa giden yolda, başka beklentiler içinde olmak, halktan, işçi
sınıfından başka güçlere bel bağlamak düşten ve yanılgıdan başka bir şey
olmayacaktır.
Hasan Oğuz Bilgen, 05.11.2016,
Kanallar Atölye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder