21 Temmuz 2024 Pazar
SON MAYIS ŞAFAĞINDA ŞANTİYE ÇAYCISINI ANMAK.
20 Temmuz 2024 Cumartesi
TEMMUZ SICAĞININ BİLE YOK EDEMEDİĞİ KUTUP YILDIZIMIZDI. (2)
İnsanların yakıldığı, yaşamın hemen her alanın da yangınların bacaları sardığı bu sancılı topraklarda, bu temmuzda da yine Nurettin Hoca’yı anıyoruz.
Duyarlıyız ve son derece özenliyiz; içini boşaltıp bir güzellemenin parlak dizelerine ya da alışılmış/ sıradan bir kasaba destanına sıkıştırmadan, sınıfsal duruşuna vurgu yaparak politikleşmiş savaş tercihini ve bu yöneliminde belirleyici olan görüşlerini, yorumlarını anımsatıyoruz. Kendi siyasal hareketi içinde kilometre taşı ve kutup yıldızı olmuş her devrimci için böyle yapılmalı zaten. Yoksa anmaları rutin bir mezarlık ziyaretinde, mermer taşın başında yinelenen klişe sözlerle daralttığımızda, o gün orada olup biten toplu bir buluşmadan, ayaküzeri yapılmış bir görüşmeden öte bir anlam taşımıyor.
Yılda bir güne sığdırılan o birkaç saatte bile, “Katledilen bir devrimcinin toprağa verildiği gün, yüzleri belki de binleri bulan heyecanlı, bir o kadar da öfkeli insanlar nasıl oluyor da 2024 yılının temmuzunda parmakla sayılır olur?” sorusu bir türlü sorulmuyor. Geriye sadece, çuvaldızın zayıf bölgeden uzak tutulması ve devrimci önderin “Kitlelerle oligarşi arasında suni bir denge kurulmuştur” çözümlemesinin, mevcut durum açıklamasına bir neden, bir dayanak, bazı özel durumlarda da “bahane” olması kalıyor.
* * *
Nurettin,
2024 temmuzunda yaşıyor olsaydı;
geçenlerde Washington’da yapılan Nato’nun 75. zirvesinde nasıl kara
bulutların kümelendiğini ve sonuç bildirgesinden yükselen savaş naralarını,
bizlerden önce görür ve duyardı. Yaptığı yorumlarla dikkatimizi emperyalizmin
yeni yüzüne, ancak hiç değişmeyen işgalci/ barbar karakterine çeker, gelişen
yeni ilişki ve çelişkilerin küreselliğine yoğunlaşmamızı isterdi.
Nurettin gözü, Gürateş sözüyle, -tabi ki, doğada/ toplumda değişmeyen tek şey değişimin kendisidir- ilkesi ışığında, son durum açıklaması şöyle olurdu:
“ 75. yılındaki, emperyalist savaş örgütü Nato’nun sonuç bildirgesinde, bir arada kardeşçe, barış ve güven içinde yaşamanın, yaşayabilmenin ilk harfleri bile geçmiyor. Tersine saldırgan, çok açık söylemlerle tehditlerini giderek arttıran kışkırtıcı bir dil var. Ne yok?! Yapan eden belli, suç mahalli capcanlı gözler önünde durup dururken, İsrail’in Gazze’deki soykırımına bir tepki, on yıllardır Filistin halkının üzerine bir kabus gibi çökmüş Siyonizm belasına bir -dur- deme yok.”
D.E.E Türkçe bölümde okuyan Nurettin, yanan Simurg’un küllerinden doğan Zümrüdü Anka kuşunun çok yaşlı olduğunu, bu yüzden Acem efsanesine göre ‘yerkürenin tam üç kez alt üst oluşuna tanık olduğunu’ bildiğinden konuşmasını muhtemelen şöyle sürdürecekti:
“ On yıllarca Filistin insanına yaşatılan sistematik zulme bakılacak olursa, ‘Hakba’ sözcüğünü (büyük felaket) olarak çevirmenin, bu günkü yaşananları açıklamada ne denli eksik ve yetersiz olduğu anlaşılacaktır. Hal böyle olunca, Filistinli için yıllardır kullandığımız -küllerinden doğma- benzetmesi artık yeterli gelmiyor. Gelinen toplu kıyım günlerinde, molozlarından her günün sabahında daha fazla bir savaşma arzusu ile doğan, bu güne dek kırk bin şehit vermiş, elleri öpülesi bir kadim halktan söz etmek gerekiyor.”
Ve eğitim enstitüsü boykotlarında, öğrenci forumlarında ajite eden o tok sesiyle devam edecekti:
“ ABD haydutluğunun savaşçı gücü Nato, Rusya’ya yakın durmaktan çekinmeyen Çin’e, İran’a ve de Kuzey Kore’ye bırakın aba altından sopa göstermeyi, dünya kamuoyunun gözü önünde açıkça parmak sallamakta bir sakınca görmüyor. Mahalle maçındaki geçimsiz ve şımarık çocuk gibi bunu niye yapıyor?
Birincisi. An itibari ile, dünya konjonktüründe Çin, uluslararası iktisat ve siyaset bilimcilerinin de onay verdiği içerikte, olası birincil ekonomik güçtür. Tehditkar, dahası tehlikeli savaş politikalarının ekonomik politik temelinde, Çin ile kıyaslandığında zayıflayan prestijini, savaş endüstrisi, günbegün artan askeri yatırımları ile güçlendirmek istiyor.
İkincisi.
Çin’in yeryüzü ölçeğinde gözle görülür biçimde artan ekonomik teknolojik ve
siyasal üstünlüğünü kırmak. Uzatmadan, kısaca olup biten bundan ibarettir.”
“ Kuvvetli olasılıkla Pentagon’da tüm ayrıntıları ile çizilen, -olası- yeni savaş stratejileri gereği, askeri çatışma ve işgal harcamaları arttırılıyor. Sıcak Ukrayna cephesine, binlerce dünya yoksulunu açlıktan kurtaracak 40 milyar dolar gibi devasa bir ödeneğin ayrılması, büzüktaşı Almanya’ya Tomahawk ve SM-6 uzun menzilli füzelerin konuşlandırılması tasarımı bunun en açık kanıtı. Birazcık kurcalandığında rahatlıkla görülebileceği gibi, ateş topu Nato aparatını fütursuzca kullanan emperyalist haydut ABD’nin gözü, Ukrayna üzerinden Rusya’nın uzak iç bölgelerinde, yetmedi Kazakistan coğrafyasında...”
“ Emperyalizm sınır tanımıyor. Uzun vadeli sinsi hedefi, üstünlüğünü ve gücünü arttıran Çin’in kuşatılması, sıkıştırılması... Bu hırsla da, kendisini Hint-Pasifik bölgesinin tek aktörü olarak göstermeye çalışıyor. Bu üst akılca psikolojik analizleri yapılarak planlanmış yeni bir soğuk savaş... Tüm bu jeo-politik gerçeklik bize, jandarması ABD, vurucu gücü Nato olan uluslararası tekelci kapitalizmin, potansiyel bir tehlike olarak geldiği en son aşamayı gösteriyor.”
* * *
Gelinen ölümcül noktada,
(Emperyalizmin II. Paylaşım Savaşı’ndan, 945’lerden sonra, III. bir paylaşım
savaşı olasılığının kalmadığını, bunu da değişen ilişki ve çelişkilere
dayandıran) Mahir’in tezi nereye konur?
Nurettin Gürateş bu gün yaşasaydı, şimdilerin torun sevmenin ve hobi bahçesinde soğan çapalama oyalanmasının ötesinde kafayı buna takardı.
* * *
“ Nato
zirvesinin bir de Türkiye perdesi var ki, hiç de şaşırtıcı değil... Her
fırsatta, her meslekten insanına çemkirip kapıyı gösteren kibir budalası adam,
-çakı gibi- hazır ol duruşu ile zirvede yerini aldı. Kısa künye yaptı, tekmilini
verdi. Hiçbir zaman Nato’nun kayığından inmeyeceklerini, ABD dolmuşunun ön
koltuğunu asla bırakmayacaklarını ilan ederek, geleneksel sadakat yeminlerinden birini daha etti. Bir alkıştır koptu. Ülkedeki şirinler pek
keyiflendi, hatta koltukları bile kabardı.”
* * *
Kore savaşından bu güne, sarsılmaz kutsal bağlılık!.. Çevirisi bizden olsun:
·
Uluslararası tekelci
haydutlara bağlı kalmak.
· Yurdumuzun
yeraltında ve yerüstünde ne varsa ne çıkıyorsa, ekilen biçilen, yetişen
üretilen ne varsa “gavur”dan dilenmek.
·
Tarımsal ve
endüstriyel girdilerin her daim tavan yapması. Bu nedenle üreticinin, tarımsal çalışma ve hayvancılık yapabilme olanağının neredeyse kalmayışı.
· Üretmek için yırtınanın işçinin/ köylünün, emeklinin, dar gelirlinin gırtlağına daha bir çökülmesi.
* * *
Nurettin hoca, yazı dilinde olsun konuşma dilinde olsun, önemli ve ciddi bir konuyu bitirirken, son sözcüğün altını kurşun kalemle mutlaka çizer ya da kendisine özgü vurgusu ile hecelerdi.
Nurettin
Gürateş son konuşmasında ve son yazdığı metinde yaptığı gibi, ellerimizi bıraktığı
o temmuz sıcağında da, son vurgusunu gözlerimizin içine bakarak, ancak
gözleriyle yapabilmişti. Hiç birimizi ayırmadan... Tek tek. Her
birimize. O, en son bakışı, altını kurşun kalemiyle kalınca çizdiği en son
vurgusuydu.
Açık Mektup Kolektifi. 26 Temmuz 1978. Adana-Kuruköprü.
TEMMUZ GÜNEŞİNİN DE KAPATAMADIĞI KUTUP YILDIZIMIZDI. (1)
TEMMUZ GÜNEŞİNİN DE KAPATAMADIĞI KUTUP YILDIZIMIZDI. (1)
“ Önümüz cıvıl cıvıl bir temmuz. Her şeye karşın, hala düşünebilen ve unutmayanlarımız için zor bir ay. Piyasacı, kuralsız neo-liboş yönetimin ekonomideki -Mehmet Şimşek- uygulamalarının etkisi ile daha da zor geçecek, mutfakta, sokakta ve alanlarda daha ateşli yaşanacak gibi“ demiştik ya.
* * *
Yakın geçmişimizde de zor ve sıcaktı temmuz ayı. Yaşattıkça belleğimizi besleyen anılarımızı, yine bizleri her yıl dönümünde, her fotoğraf karesi üzerinden uyaracaklar. Tabi ki, uykularımızda da pek rahat ve huzurlu olamayacağız. Takvimler yine (26-27 Temmuz) yazacak. Biz bunu, kapanmayan yaralarımızdan biri olarak okuyacağız. Ve bu yara bundan böyle de, bizleri güçten düşürmeyen, tersine günbegün güçlendiren gizli kanamasını sürdürecek. O, bizi yaşarken de bırakmamıştı... Bu sıcak tatlı yara ile birlikte, onu hiç unutmaksızın yine yaşamımızı sürdüreceğiz.
O halde, yeni bir 26-27 Temmuz’la güç bulmayı ve yazı dili ile de olsa sesli düşünmeyi ve de sıkılmayanlarımızla paylaşmayı sürdürelim.
Çok gerilerde, 1970’in sonlarında kalmış bir temmuz ayı... 26 Temmuz. Adana’da yakıcı sıcak, Çukurova’lı yazarın “sarı sıcak” dediği cinsten.
Nurettin hoca, adaşı Nurettin Karabaş gibi rakı şarap bilmezdi. Kitabın kurduydu. Tek kusuru, kül tablasında unuttuğu sigaranın düşüp öğrenci evinin eski kiliminde yeni bir göz açmasıydı.
Bir Ege ilçesinin “Göçmen Mahalle”sinden çıkıp, Diyarbakır’a uzanan bir tarihsel sürecin yol haritasını çizmek, bir devrimci çıkışın, silkinişin, örgütlenişin kilometre taşı olmak, sıradan bir devrimcinin altından kalkabileceği sorumluluklar değildir. O, bilgiyle, Marksist literatürle eylemin diyalektiğini çözmüş, bunu uygulamış; yetmemiş bu realiteyi her arkadaşına usanmadan anlatmış muhteşem bir örnek durumdur. Bu örneğin detayında da “Sadece boş zamanını değil, tüm yaşamını devrime verebilmenin” açıklaması gizlidir.
Nurettin hoca, hiç birimizin başında ilgilenmediği Gine Bissau’yu, Latin diyarını, Rusya’yı merak eder, Amilcar Cabral’ı, Jose Marti’yi ve Lenin’i okur öğrenir. Bize de gösterir, bıkıp usanmaksızın sesli okur, öğretmeye çabalar. Potemkin Zırhlısı’nı anlatmaya doyamaz. Adı unutulan bir Köy Enstitülü öğretmenin öğrencisi olduğundan olsa gerek, iyi bir okuyucu, yılmaz bir araştırmacıdır. Bu yüzden onun entelektüel damarı Turgutlu Lisesi yıllarından gelir. Sonuç ise; Diyarbakır Eğitim Enstitüsü yıllarında iflah olmaz bir Sinematek bağımlılığıdır.
Bir akşamüzeri Amed’in Bağlar semtimdeki öğrenci evinde, uzanıp serilmiş okul yorgunu arkadaşlarına, forumlarda kitleyi ajite eden, o bildik vurgulu ses tonu ile seslenir: “Davranın tembel tenekeler. Sinematek’te Potemkin Zırhlısı var, biletler komün parasından. Hep birlikte gidiyoruz.”
Karşı çıkmak ne mümkün! Gösterimin olduğu yer Dağkapı Semti’ndeki, ayaklarınızın altında gıcırdayan rabıta döşemesi ve arkaya devrildi devrilecek ağaç koltukları ile tarihi Dilan Sineması’dır.
* * *
Gürateş, lisede başarılı derslerinin yanı sıra yetenekli bir voleybolcudur. Takımında pasör, sıkı bir düz pasçıdır. Tanığı ve takım arkadaşı Japon Mehmet hayattadır. İşin kötü yanı da vardır, sayılık güzel paslar atar da; ani hareket yoktur, koşamaz. Doğuştan, ayaklarının altında ortopedik bir kalıcı rahatsızlık vardır. Hani, delikanlıların askerlikten yırtmalarına “tıbbi gerekçe” olduğunda sevindikleri durum.
* * *
Tek sözcükle bilgi kaynağımızdı; kitap uzmanı idi. Yeni yayınlardan ilk onun haberi olurdu. O zamanlar teorisyen sözcüğü, olur olmaz her yerde herkes için kullanılmazdı. Abartı değildir; o bizim teorisyenimiz. Strateji uzmanımız, kutup yıldızımızdı.
* * *
Marti’nin “Şimdi akkor zamanıdır, yakında yalnız ışık görülecektir.” sözüne bayılır.
An gelir; asfaltı eriten Adana sıcağı “akkor zamanı” gibidir. Soluksuz ve yüzükoyun yattığı yerde, kendisini derdest edip polise teslim etmek için üzerine gelen muhafazkar çarşı esnafına, yine de sevgi dolu, bağışlayıcı bakışlarındaki ışık, “o ışık” tır.
O ışık, tutucu esnafın hoyrat nidaları ve polis sirenlerinin arasında sönüp kaydı gitti. Geride kalan yaşayan belleklerde, Nurettin’in asfalt yolda soluk soluğa “Haydi önünüze bakın. İşinize devam edin. Oyalanmayın.” bakışı kaldı.
Bilinç bilgiyle kazanılmış, yaşamın kendisi ile sınanmış bir uyanıklılık durumuysa, bizim ideolojik inatçılığımız ve siyasal ödünsüzlüğümüz de, devrimci geleneğimizi korumamızdan, devrimci değerlerimizi yaşatmamızdan başka bir şey değildir.
Açık Mektup
Kolektifi. 26 Temmuz 1978. Adana-Kuruköprü.
14 Temmuz 2024 Pazar
YOLDAŞLIK, BİR GÜZELLEMEDEN İBARET DEĞİLDİR
YOLDAŞLIK, BİR GÜZELLEMEDEN İBARET DEĞİLDİR !