“NE GEÇMİŞ TÜKENDİ NE YARINLAR.”
GECİKMİŞ BİR HIDIR DURMAZ, GERÇEK BİR
“PARTİZAN” ANIMSAMASI.
*
* *
“Politika Kolektifi” son yazılarında,
-şimdilerde- sahne hareketleri otel sakinlerini coşturmaya çalışan ve alacağı
paranın derdindeki bir animatörle tıpatıp benzeşen, pelüş kafalı bir yaşlının
akıl hocalığını yaptığı küresel zorbalık sisteminin son ilişki ve çelişkilerini
yorumladı.
Bir başka deyişle, ülkemizin emperyalizmin
lokal ve küresel krizleri koşullarında, yine pentagon güdümlü bir dış dinamikle
dönüştürülmeye çalışılmasından ve hatta dönüştürülmesinden ne anladığını ve
neyi anlamamız gerektiğini anlattı. Hakkını vermek gerekir ki, 'Politika
Kolektifi’ nin yorumları, sol/ sosyalist dostlarımızın var olan küresel sistemin
kendi çukurunda debelenmesi konusundaki polemiklerinin çok ama çok ötesinde,
görüş ufkumuzu açması, eleştiri ve tartışma kültürümüzü geliştirmesi,
zenginleştirmesi noktasında verdiği katkı önemli ve değerlidir. Ne var ki,
Lenin’i salt okumakla kalmayıp, onu anlayanlar/ yorumlayanlar açısından
Amerika’nın yeniden keşfi de değildi. Nasıl mı?
Tam da şöyle:
Çakmak çakmak şavkıyan bir çift göz, bir
yerlerden bizlerin ne yapıp ettiğini süzüp izlerken, hakkını vermesek/ yazmasak
hiç olmaz demiştik ya bir kez, bir yazımızda… Bundan kırk beş yıl önce,
abartısız günde üç posta sıkboğaz edilen, sıkışık tutukevi koğuşunda yapılan
emperyalizm yorumlarının lafızları zamanın derinliklerinden gelir gibi.
Tartışmaların can alıcı yerlerinde, kısa ve öz sözleriyle araya giren bir dost.
Kaypakkaya izcisi ve öğrencisi bir ‘Partizan’ olmakla gururlanan Hıdır Durmaz.
*
* *
Günde en az üç kez sıkboğaz, üç posta paspas
olunan koğuş kuytuluklardan gelen Hıdır Durmaz” lı dişe dokunur sohbetlerin
ağız dolusu tartışmalarından başlıklar :
·
Emperyalist işgale karşı durup özgürlüğünü,
onca yoksulluğuna, yokluğuna ve dahi yorgunluğuna karşın kazanmış onurlu bir
halktır Anadolu halkı.
·
O tarihte kendisi gibi genç Sovyetlerle,
yurtseverlik temelinde yakın ve içten ilişkiler kurulmuştur.
·
1923”de padişahlığa/ hilafete karşı kurulan
Türkiye Cumhuriyeti, salt savaş alanlarında değil, onca toyluğuna karşın
diplomaside de yumruğunu masaya vurabilmiştir.
·
Ne ki, ilerleyen yıllarda “Marshall Yardımı”,
“Truman Doktrini” ve “İkili Antlaşmalar” ile kapıdan kovulan emperyalizmin
bacadan girip memleketin ümüğüne çökmesi, Kore’de binlerce Anadolu yoksul
evladının canı pahasına NATO savaş örgütüne sokulması engellenememiştir.
·
5 Mart 1959 tarihli utanç verici antlaşma,
ABD’ye “gerekli gördüğü” durumda müdahale (işgal olarak da okuyabilirsiniz)
hakkını verir.
·
1945 ve sonrasında, ülkenin ABD’nin ileri
karakolu, Mahir Çayan’ın deyişiyle emperyalizmin arka bahçesi bir yeni sömürge
olmamızla birlikte, Özel Harp Dairesi, MHP ve Komünizmle Mücadele
Dernekleri”nin kurulması.
·
1970 sonrası dağlara taşlara yazılan
“Umudumuz Karaoğlan” sloganları ile, sevgili halkımızın beyninde ve vicdanında
yaratılan sahte umut yanılsaması… Özel Harp Dairesi’nin masraflarının örtülü
ödenekten karşılanmasının bizzat Karaoğlan’ın onayı ile kabulü.
·
Elbette öncesinde 6-7 eylül… Doğal sonuç,
Ecevit’in bu söz konusu onayı sonrası, ardı sıra gelen 1 Mayıs 1977, Maraş ve Çorum katliamları. Ve
elbette sonrası. Emperyalist katil Paul B.Henze’nin böbürlenerek, “Our boys did
it” (Bizim çocuklar başardı…) muştusu ile ilan ettiği 12 Eylül Cuntası.
* * *
Bizim kırk beş yıl önce başardığımızı,
Politika Kolektifi’nin bu gün yaptığını, an itibari ile bu gün bizler de yapabilirdik.
Nurettin Gürateş siyasal birikim ve olgunluk anlamında büyük kayıptı, ama son
değildi. Nurettin hocayı izleyen, ülkemize özgü değerli görüşlerini önemseyen,
aklı işleyen eli kalem tutan, konuşma dilini yazı diline dökebilecek
arkadaşlarımız vardı.
* * *
Mekan dar zaman boldu. ‘Kapitalizmin Üst
Aşaması’ ile ilgili tartışmalar günler sürer. Konu tükenmez; anamalcı sistemin
işleyişine geri dönülür. Sermayenin yoğunlaşmasına, tekelde toplanmasına,
sonuçta krizine, köyden kente göçe, tarımın endüstrileşmesine, hatta ülkeden
beyin göçüne, yaşlısından doğacak bebeğin borç yükünün, yani yoksulluğun
artacağına…
2025 yılının Türkiyesi’ndeki araştırma
verileri, istatistik rakamları, yaşananlar, haber bültenlerinin değişmeyen ana başlıkları
ortada. İşte, yaşanan 2025 günlerinde Hıdır Durmaz anmasının bir başka yazılış
nedeni.
Sır değil, yazmasak olmaz. Kıvılcımlı dostları
ile yarenliği görülmeye değerdi. İşte bu arkadaşların,
“Haydi açıkla bakalım Hıdır kardeş! Köylü ekmeyi biçmeyi bırakır, köyden kopar,
endüstriyel tarım tekelleri üreticinin de, tüketicinin de gırtlağına çökerse,
sizin (temel güç köylü) (kırlardan kente) teorileriniz ne olacak?”
takılmalarına pabuç bırakmaz. Hıdır bu; eğlenceli vakit geçirmek için domuzluğuna
konuşulduğunun ayırtındadır.
“Bak doktorcum” der, uzun boylu şakacı ağır
abiye. “Sen dert etme, devrimciler bir çaresine bakar. Yeni çelişkiler yeni
yöntemlerle, beklenen gelişmeler başka bakışlarla çözülür.”
Hıdır kapitalizmi anlamış, dönen çarkı
çözmüştür. Öyle, konulara ‘gez-göz-arpacık’ yaptığı, iddia edildiği gibi dünyaya
ve olaylara ‘namlunun ucundan’ filan baktığı yoktur. Bu gözler, onun nasıl bir ‘kapital
kurdu’ olduğunun canlı tanığıdır.
Koğuşta ya da bahçede yapılan toplu
voltalarda, onun ‘İlerici Genç’ lere “Bekleme yapmayın arkadaşlar! İlerleyin, ilerlemeye devam edin.” biçimindeki
takılmalarına tek bir gün kırılan, gerilen, gönül koyan olmamıştır. Tam tersine,
her daim neşe kaynağı olmuş, en ciddi kırılma anlarında hoşgörüsü ile ortamı yumuşatmıştır.
Bizler en güzel, en içten, en sıcak
kucaklaşmalarımızı karavana kuyruğunda, bahçede en kızgın ‘minyatür kale’
maçlarında ve maltada yediğimiz toplu dayaklarda yaptık. Şimdilerde, talihsizce
yaşadığımız küskün- suskun-uzak ve soğuk günlerde, yaşayan ya da yaşamayan
arkadaşlarımızın nasıl da gül koktuğunu, daraldığımız anlarda gül yanaklarından
öptüğümüzde duyumsadık.
Koğuş arkadaşları Hıdır’a, keyifte ve
hüzünde, hemen her fırsatta “18 Mayıs’ı” ve de “İbrahim’ e Ağıt” ı söylettiler.
İyi de yaptılar. Bu gelenek, ağız dolusu gülünen koğuş eğlencelerimizin olmazsa
olmazlarındandı.
*
* *
1983’ün yılbaşı akşamıdır.
Dışarda karınca kararınca, bütçeler
yettiğince karınlar doyurulmuş, mutlu mesut rakı balık pozisyonlarına çoktan
geçilmiş. Konak Saat Kulesi’ne bakan “Emniyet Binası” çiçeği burnunda. Açılışını bizler yapıyoruz gibi bir durum. Henüz sıvaları
bile kurumamış. Üstüne üstlük, bir de araba yıkama hortumu ile duş almışsanız.
Deme keyfine gitsin. Akılları estiğinde ya da talimat geldiğinde hortuma tekrar
sarılan bordo mahkumu ve işkence yapma yorgunu memurlar bir masada papaz
uçurma, diğerinde pişpirik yapma peşinde. Bir bakıma yılbaşı bahanesiyle stres
atma durumları…
Aynı koridorda, kalorifer peteğine bir elinin bileğinden kelepçelenmiş “dayak delisi”(!) devrimci boş durur mu? O da, yılbaşı kutlamalarını fırsat bilip, oyun
masalarının şamatasından, sesli sohbetlerden yararlanma peşinde. Gün boyu falaka dayakta, odalardan birinden kaşla göz arasında aşırdığı ataş yani tutturgaçla kelepçesini kurcalamakta.
*
* *
Gece boyu pişpirik masalarına vurulur,
papazlar havada uçuşur. Hıdır Durmaz, soyadı gereği bir dakika durmaz. Gecenin
bağırış kıyamet bir anında, bir punduna getirip dış cepheye bakan bir odaya
süzülür usulca. Hıdır Durmaz, aşık Emekçi dinleyen, Emekçi’den söyleyen, emekçi
bir aileden gelen bir emekçidir. İnşaat işçileri ile çokça yarenliği vardır. Binaların
yapısını bilir. Dış cephedeki pissu tahliye borularının nerelerinin taşıyıcı,
nerelerinin dayanıklı olduğunu, basılacak/ tutunulacak yerleri ustalardan
öğrenmiştir. Körfezden gelen sert rüzgara, falakaya inat, tıpkı bir gerilla
sızması gibi aşağıya süzülür ağır ağır. Kaçışın bu bölümü biraz uzun sürer. Sıyrılıp
indiği yer binanın üçüncü katıdır!
Yere ulaşacağı sırada, bir ağaç dibinde
işemekle meşgul dış nöbetçiyi bekler sabırla. Sonra Gültepe’ye yürür gider. Yol boyunca karşılaştığı polis devriyelerine
sarhoş numarası yaparak. Yılbaşı akşamıdır. Gecenin tekinsiz, zifiri bir vakti,
bizim yılmak bilmeyen partizanımız azimle hedefine koyduğu, varması gereken
yerdedir.
Ertesi sabah, yeni yapacağı kimlikte
kullanmak üzere gerekli olan vesikalık fotoğrafı çekilmek için gittiği
arkadaşının fotoğraf stüdyosunda, bir ihbar üzerine yakalanır.
*
* *
Hıdır’ın İzmir Emniyeti’nden akıl almaz
kaçışı sonrası, ortalık tam anlamıyla karışır, öyle ki falaka, elektrik ve
bilumum sulama işlemleri bir süre sekteye uğrar. Pişpirikçi Haydar’ lar
birbirine düşer, öfkeyle birbirlerini suçlarlar. Ol nedenle, Hıdır”ın olaylı
geri dönüşünde de kaba dayak şiddetli olur.
*
* *
Şirinyer Askeri Cezaevi’nin 19. Koğuşunda,
dillere destan emniyetten kaçış öyküsü eğlenceli sohbetlere konu olduğunda da
ağzını bıçak açmaz. Onca dayağa, sopaya ve elektriğe dayanıklılığı kadar gibi
bir o kadar alçak gönüllüdür. Takılmalara, övgülere, abartılara kendine özgü
utangaç, ezik haliyle bıyık altı gülümser durur.
*
* *
24.09.2010. Kaypakkaya izcisi ve öğrencisi
partizan Hıdır Durmaz’ın onurlu yaşamı, ceberut devletin çok isteyip de
beceremediği biçimde, Buca’da ormanlık bir alanda son bulur.
O gün bu gündür.
Uğrunda ölümleri göze aldığı emekçi halkının
asla ve asla kabullenemeyeceği, göğsünü açıp, diklenip kafa kafaya geldiği
barbar devletin hayal bile edemeyeceği kahredici hazin sonu ile ilgili tek
kelime edilmemiştir. Edilememiştir. Sırdır…
Susun, sıra neferi uyusun, derdik bir
zamanlar. Zamansız gidenlerimizin ardından. Bu dileğin, bir gün en çok da bizim
partizan Hıdır’ ımıza yakışacağını, ona uygun düşeceğini nereden bilebilirdik.
Açık Mektup Kolektifi. 24.09.2010. Buca-Yedi Göller.

.jpg)



.jpg)






