1940...
Menemen-Değirmendere'nin Eski Köyü. Şimdinin Kır Mahallesi. Köyün kahvesi, hemen önünde taştan örme soğuk bir kuyusu olan koca çınarın koyu gölgesindedir. Bu kahvede bağ, bahçe işlerinin olduğu günlerde pek insan göremezsiniz. Gediklileri dama ustası, hoş sohbet yaşlılardır.
Bir bayram günü... Siyah devlet plakası hemen göze çarpan döküntü eski bir cip. Sürücüsü sıradan bir kırlı, beraberinde getirdiği iki zat körüklü çizmelidir. Ulu çınarın yamacına sığınan resmi cipten inenlerin düzgün, temiz giyimli, kravatlı oluşları ilgi çeker. Zevat suskun, olup biteni izleyen köylü pür dikkattir. Selam verilip alınır, bayramlaşılır. Köylü ayaktadır. Körüklü çizmelilere yer açar.
Odun ateşinde pişen çaylar gelir gelmez, köylünün alışık olmadığı resmi dilde sorular başlar:
Şumlu'dan gelme muhacir İsmail kimdir? Nerededir? Tez haber uçar. Alıp getirirler. Huzura gelen çapar gözlü, saygılı, suskun, ezik bakışlı orta yaşlı bir köylü. Kırarmış şapkasını iki elinin arasında utangaç sıkılgan evirip çevirir. Konuğa saygısından, alçak gönüllüğünden olsa gerek, uzun gövdesi biraz öne eğiktir.
O yıl köyün okulunu bitirmiş çocuklardan konuşulur. Kıravatlı adamlardan uzun boylu, kara kuru olanı kentin Buca'sında ve daha başka illerde kurulmuş olan "Köy Enstitüsü"lerinden söz eder uzun uzun. Bu okullarda köy öğretmeni yetiştirilmek üzere köy çocuklarının devlet tarafından okutulacağından ve dahi yakın gelecekte, ülkenin en ücre köyüne dek okuma yazma bilmeyen yurttaşın kalmayacağından...
Köylerinden de, okumaya hevesli çocuk alınabilecektir. "Koca Muhacır"ın okula, okumaya olan merakı, daha okumayı söktüğü gün büyük oğluna, ilçeden getirttiği gazeteyi en uzaktaki köylünün duyması için bağırta bağırta okuttuğu, bundan da pek keyif alıp övündüğü zaten bilinmektedir. Oradakilerin, anlatılan enstitü konusundan pek bir şey anlamadığı soran bakışlarından bellidir. Ama oğluyla, "Cumhuriyet idaresi" ile gururlanan babanın, anlatılan eğitim seferberliğinden nasıl heyecanlanıp merakla dinlediği kara kuru adamın gözünden kaçmaz. Söylenti odur ki, körüklü çizmeli kara kuru adam İsmail Hakkı Tonguç'tur. Namı diğer Tonguç baba... Yine söylentiden ya da köylünün kendisine biçtiği övünç payından olsa gerektir; Tonguç baba Muhacır İsmail"e "adaşım" diye seslenir. Ortalık iyice ısınır, odun ateşinde çaylar tazelenir.
O yıl köyün okulunu bitirmiş çocuklardan konuşulur. Kıravatlı adamlardan uzun boylu, kara kuru olanı kentin Buca'sında ve daha başka illerde kurulmuş olan "Köy Enstitüsü"lerinden söz eder uzun uzun. Bu okullarda köy öğretmeni yetiştirilmek üzere köy çocuklarının devlet tarafından okutulacağından ve dahi yakın gelecekte, ülkenin en ücre köyüne dek okuma yazma bilmeyen yurttaşın kalmayacağından...
Köylerinden de, okumaya hevesli çocuk alınabilecektir. "Koca Muhacır"ın okula, okumaya olan merakı, daha okumayı söktüğü gün büyük oğluna, ilçeden getirttiği gazeteyi en uzaktaki köylünün duyması için bağırta bağırta okuttuğu, bundan da pek keyif alıp övündüğü zaten bilinmektedir. Oradakilerin, anlatılan enstitü konusundan pek bir şey anlamadığı soran bakışlarından bellidir. Ama oğluyla, "Cumhuriyet idaresi" ile gururlanan babanın, anlatılan eğitim seferberliğinden nasıl heyecanlanıp merakla dinlediği kara kuru adamın gözünden kaçmaz. Söylenti odur ki, körüklü çizmeli kara kuru adam İsmail Hakkı Tonguç'tur. Namı diğer Tonguç baba... Yine söylentiden ya da köylünün kendisine biçtiği övünç payından olsa gerektir; Tonguç baba Muhacır İsmail"e "adaşım" diye seslenir. Ortalık iyice ısınır, odun ateşinde çaylar tazelenir.
. . .
Ana elbette üzülür kuzusundan ayrılışına. Avuntusu, diğer oğlunun dizinin dibinde kalışı, bahçede, hayvan damında kendisine yardım edecek oluşudur.
Küçük kız kardeşi ise, kimseler avutamaz. Doğumundan bu yana hiç kıyamadığı, ayağı taşa değse kendisinin ağladığı küçüğünün cılız bedenini sarar, sarı başını bağrına gömer. Dakikalarca ağlar, öyle ki zor ayırırlar. Özlem dolu günler uzundur, bitmek bilmez. Kız kardeşin uykuları haram olur. Gün olur, küçük Mustafa'nın mektubu gelir. Okurlar. Koca Muhacır konu komşu duysun diye, mektubu yine yüksek sesle bağırta bağırta okutturur. İlerleyen günlerde sıklaşan mektuplar, kız kardeşin yüreğine az da olsa soğuk sular serper.
Ana elbette üzülür kuzusundan ayrılışına. Avuntusu, diğer oğlunun dizinin dibinde kalışı, bahçede, hayvan damında kendisine yardım edecek oluşudur.
Küçük kız kardeşi ise, kimseler avutamaz. Doğumundan bu yana hiç kıyamadığı, ayağı taşa değse kendisinin ağladığı küçüğünün cılız bedenini sarar, sarı başını bağrına gömer. Dakikalarca ağlar, öyle ki zor ayırırlar. Özlem dolu günler uzundur, bitmek bilmez. Kız kardeşin uykuları haram olur. Gün olur, küçük Mustafa'nın mektubu gelir. Okurlar. Koca Muhacır konu komşu duysun diye, mektubu yine yüksek sesle bağırta bağırta okutturur. İlerleyen günlerde sıklaşan mektuplar, kız kardeşin yüreğine az da olsa soğuk sular serper.
Enstitü'nün ilk tatili bir bayram gününe denk gelir. Kız kardeş salya sümük, başını "hayatının tek efesi" kardeşinin özlemle inip kalkan göğsüne yaslar.
. . .
1980... Rastlantı bu ya; zaman farklı olsa da yer yine Kızılçullu. Egemenlerin bir boğa gibi kırmızıya, özellikle de kızıla öfkeleri vardır. Kırk yıllık Kızılçullu, Şirinyer olmuştur. Üstüne üstlük bulunulan yer "Şirinyer Askeri Cezaevi"dir.
. . .
1980... Rastlantı bu ya; zaman farklı olsa da yer yine Kızılçullu. Egemenlerin bir boğa gibi kırmızıya, özellikle de kızıla öfkeleri vardır. Kırk yıllık Kızılçullu, Şirinyer olmuştur. Üstüne üstlük bulunulan yer "Şirinyer Askeri Cezaevi"dir.
Diğer küçük kızı, kimseler avutamaz. Düş bu ya, ilk "açık görüş" yine bir bayram gününe denk gelir.
Bu kız çocuğu içinde kopan fırtınayı dindirebilmek için başını özlemle inip kalkan bir göğüse gömen kız kardeş kadar şanslı değildir. Düş bu ya... Adına "görüş" de deseler, nedeni açıklanmayan "yasak" bahanesi ile kimse kimse ile görüşemez. Hiç bir baş, özlemle yanıp kavrulan bir göğüse gömülemez. Kopan fırtına dinmez. Dinemez. Mektuplar da verilmez; televizyon, kitap, dergi hak getire... Yasaklar karaçalı gibidir; paçalardan eksik olmaz. Yıllar var, bu böyle sürüp gider.
. . .
. . .
Her bayram "Efemm" diyerek, içindeki sevginin doruğunda "efe" sinin yamacına sığınan kız çocuğu, benim halamdır. Halam kadar şanslı olmayan kız çocuğu ise benim kızım...
17 NİSAN 1940. BAYRAMIN KUTLU OLSUN EFEM.
Hasan Oğuz Bilgen, 31/07/2020, Emiralem-Kır Mahalle Köyü.
17 NİSAN 1940. BAYRAMIN KUTLU OLSUN EFEM.
Hasan Oğuz Bilgen, 31/07/2020, Emiralem-Kır Mahalle Köyü.
https://www.youtube.com/watch?v=kujBCCEwIZw&list=RDMM&start_radio=1&rv=m1spyDwMHi8